2/26/25

Coğrafya Gölgedir



Kıbrıs’a gelmeden önceki 7 ayımda 7 yıllık buhranımın ceremesini çekerken hayata yeni bir başlangıç yaptığımın farkındaydım. Yağmurlarda ve çiçeklerde arıyordum kaybettiklerimi. Yağan yağmur içimdeki alevleri söndürsün, yaralarımdan çiçek açsın diye belki de. Bazen Girit ezgilerinin can bulduğu Hainides eşlik ediyordu bana bazen Rumeli esintileri bazen Bozdoğan bazen kahramanlık türküleri bazen hatalarımı kabullendiğim şarkılar bazense işte bu meşhur şarkı. Bu şarkının Kıbrıs ile ilgili hikayesini bilmeme rağmen Kıbrıs’a gelebileceğim aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Hala Ankara yahut İstanbul hayalleri kuruyordum onca hezimete rağmen. Adaya gelebilmek için adanın öncesinde çağırması lazım işte öyle büyülü bir yer burası. Gerçekten de Kıbrıs’a ansızın bir gece vakti gelmiş oldum.Gidebileceğim belli başlı yerlerden bu adaya üstelik de Lefkoşa’ya düştü yolum ama neden? Geçen seneden beri bunu sorup durdum merdivenlerde kendime.

İbni Haldun’a atfedilen coğrafya kaderdir söylemi KFL bankında oturup Erciyes’i izlediğim o buhran günlerimden beri aklıma takılır zaman zaman. Eğitim hayatıma devam edeceğim mekâna başlama sürecim birazcık sancılı olsa da tüm kapılar yüzüme kapanmışken bana umut olan bu adaya ilk geldiğimde sevmiştim burayı ama kendime gelince Mavi Sürgün memleketim adını verdim. Geldiğim ilk zamanlar “Kıbrıs kazan ben kepçe” diyerek adım adım geziyordum adayı. İlk zamanlar beni buraya getiren rüzgar gibi hesapsız kitapsız dolaşıp birdenbire keşifler yapmanın tadını çıkarıyor daha sonraki zamanlarda ise öncesinde uzun araştırmalar yapıp haritalı kitapları incelememin neticesinde geziyordum. Gezmelerin sayısı arttıkça haliyle karşılaştırmalar devreye girdi. Ve yine aynı soru: Neden bu adada ve bölünmüş bir başkentteyim?

Hazırlık yılımda, SSCB’de üstelik Nalçik’te doğmuş bir hocamız Kıbrıs’ı betimlememizi istemişti. O an Kıbrıs’ı Akdeniz’in ortasında bir inciye benzetmiştim. İşte bu inci adı üzerinde dört yanı sularla kaplı bir yer. Koskoca adada denize kıyısı olmayan tek yerse Lefkoşa. Coğrafya kader mi değil mi 

bilmem ama gölge olduğuna inanmış bulunmaktayım bu sıralar.  

Atalarım 1864’te düşünce yollara, dağıtılmışlar Osmanlı topraklarının dört bir yanına. Uzunyayla bölgesine yerleşenlerin Erciyes’i meşhur Oşhamafe (Elbruz) Dağı’na benzettikleri için yerleştikleri söylenir. İşte gölgenin ilk tezahürü. Bu tezahür sebebiyle Erciyes’i seyrettim upuzun yıllar. Daha sonra 7 yıllık buhranın ardından kader beni bu adaya savurdu. Gölgem yine peşimi bırakmadı geldim denizsiz bir dağ eteğine. Beşparmaklar’ın Girne yamacı yemyeşil, iç açıcı bir şekilde karşılarken  insanı, bizim taraf kıraçtır. Uzunyayla’m gibi sapsarı bir yer. O sebepten olacak ki çocukken Uzunyayla yolunda açık mavi arabada çalan Selda Bağcan ezgileri çalınır kulağıma Girne’den Lefkoşa’ya dönerken. İşte coğrafyam yeniden gölge olup takip ediyor beni. Halbuki çocukluğumdan beri özellikle de Erciyes’e kızarak baktığım o günlerde ne çok isterdim bir deniz kıyısında olmayı. Biraz da bizimkilere kızardım. Bir sürü sülale yerleşmişler denizi olan bir yere, biz ne diye geldik ki Erciyes’in eteğine. Geçen sene yaz tatiline az kala Kıbrıs iyice sürgün olmuşken bana, uçaktan Erciyes’i görünce anladım neden geldiklerini. Nasıl sirayet ettiyse dağın ihtişamı o ruhlara ayrılamadılar demek ki. Karadenizin hırçın sularında çektikleri acıları dağın heybetinde dindirdiler belki de. Ben de Girne Kapısı’nı tepeden seyreden bu merdivende anladım ki Akdeniz’in ortasında bir adada denize kıyısı olmayan bu bölünmüş başkente aitim. İnşallah sadece malum süre zarfında zira kölesi olup bir başka imtihan içinde çırpınmak değil niyetim. İnsan kölesi olduğu şeylerle sınanırken düşmezse herhangi bir vadide, öyle ulaşır Kaf Dağı’na derken baş ucumdan ayırmadığım Mantıkut Tayr’da uyarılmama rağmen düşebildiğim kadar vadide düştüm ve anladım ki insan hiç düşmeden değil de düştüğü vadilerden geri kalkmasını bilirse ulaşacak Kaf Dağı’na. Lise sıralarında yarım bıraktığım işleri yarınlara bu bölünmüş başkentte taşıyacağım galiba. Genlerim Oşhamafe’den Erciyes’e yapıp yapmadıklarım ise Erciyes’ten Beşparmaklar’a savurdu beni. Coğrafyamsa gölgem gibi peşim sıra geldi. Hayata yeniden başlayacaksam bu yüzden burada başlayacağım. Evet, tam da bu merdivenlerde ve Beşparmakların eteğinde. 

Deniz konusunda Tanzimat Dönemi karakteri olmayı bırakacak olursam denize kıyımız olmasa da uzaklığımız 13 km yani arabayla 33 dakika.Adada yaşamanın nimeti işte. E o kadarı da olsun canım :)










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder