Bu sefer Tanzimat Sokak boyunca ilerleyeceğiz. Tanzimat sokağı bitirmeye yakın bir yol ayrımı çıkar. Alt taraftaki eski binaların arasındaki yol Arap Ahmet’e götürür. Fakat biz yukarı sokaktan gidip Zahra Sokak boyunca ilerleyecek ve Ledra Palace’ı göreceğiz. Zamanında iki toplumun liderlerinin toplantılarına ev sahipliği yapan Ledra Palace daha sonra BM askerlerinin karargahı olmuş. Eski günlerinin silik ihtişamını taşıyor yorgun düşmüş bir şekilde. Zahra Sokak boyunca ilerleyip seyirci kısmı ara bölgede kalan futbol sahasını da geçerek Yiğitler Burcu’na girince zamanda yolculuk yapmış gibi hissederim hep. 70’lerden kalma bir park adeta. Öylesine eski salıncaklar ve kaydıraklar… WC yazan kapılardan bakınca aslında surların altına giden merdivenlerin olduğunu fark etmem de bu kışa kısmet olmuştur mesela. Parkın sağ kısmından ilerleyip tellere ulaşınca Ortodoks toplumuna Vatikan’ın hediyesi olan Katolik Kilisesi belirgin şekilde görülür. Hatta şanslıysanız vakti gelmiş ise çan sesini bile duyabilirsiniz. Fakat garantici iseniz ramazanda iftar vakti geldiğinde zamansız çalan o inatçı çanı da duyabilirsiniz :) Alın size zamansız bir zaman yolcuğu… Orucumu Zahra yakınlarında açarken ilk defa bu sesi duyunca yüreğim dehşete kapılmıştı adeta. “Allah minarelerinizden ezan sesini eksik etmesin.”duasını işte o an idrak ettim. Yanlış anlaşılma olmasın gerçek vaktinde duyduğum çanlar yüzümde tebessüm oluşturur; farklı dinlerin, milletlerin bir şekilde yaşamaya çalıştığı bu adada bulunmanın en tatlı anlarından biridir hatta diyebilirim. Tellerin ardında arada göz korkutmak için üstüne EOKA yazdıkları sarı minik bir kulübecik vardır. Yine 2025 yılının Ramazan ayında görmüştük o yazıyı. Yaşlı ve pek de hanım olmayan Kıbrıslı bir abla kırık Türkçesiyle bize küfür etmişti. O kadar zaman bazen tek başıma gitmişimdir bazense arkadaşlarımı parmaklarıyla Avrupa’ya girebilmek vaadiyle götürmüşümdür o parka. Sadece o kadından böyle bir tavır gördüm. Ah bir de kendini yeryüzünün koruyucusu zanneden BM askerlerinin çalım atarak yürüyüşlerini saymazsak olmaz. “Bosna’daki soykırımı seyretmiş bir ordunun askerlerisiniz siz, kendinize gelin!” diye bağırmak gelir ansızın içimden. Oysa orada dilini bilmediğim bir insanla ortak dille bir iletişim kurmayı hayal etmişimdir hep. Belki sıcak bir tebessüm belki minik bir el sallama. Olsun, ben de telleri özgürce geçen kedilerle yahut kuşlarla selamlaşırım. Bahsettiğim ukala askerler ve küfür etmeyen insanlar dışında herkese bu umutla bakarım belki de.
Biraz daha tellerin ardına bakacak olursak Yunan bayrağı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bayrakları vardır. Baf Kapısı’nın hemen üstündeyse savaş zamanından kalma siperler durur. Kurşun izleri zamanı aşıp gelen miraslardan. Türk tarafı ne kadar eskiyse tellerin ardında bir o kadar temiz bir cadde vardır. Uzun süre Kıbrıs’ta kalmamın etkisinden olacak “Bisiklet yolları bile var” demiştim ilk gördüğümde. Teller kim bilir neleri, kimleri ayırmıştır? Hangi dostlukları, aşkları yarım bırakmıştır? Kıbrıs’ta yaşananlara siyasi açıdan bakmanın yanı sıra sosyal, psikolojik açıdan bakınca her seferinde ne düşünmem, ne hissetmem gerektiğini bilemiyorum. Beynimde ve içimde onlarca his çarpışıyor.
Sürgün ülkemin tellerle ayrılmış başkentinde bu yazıyı tamamlayamamış yarım bırakmıştım. Geçen zamanın demlendireceğine inanarak blog işine ara vermiştim zira hayatıma yetişmeye çalışıyordum. Komitelere yetişme çabası, duygusal devrimlerim derken rüzgar beni ramazanın son günlerini ve bayramı geçirmeye İstanbul’a savurdu. Duygusal devrimimi güzel inkılaplara bağlayıp İstanbul’la barıştık. Hayatımın bir Ramazanını İstanbul’da geçirmek isterken birden bire gelip üstüne bir de İstanbul’la barışmak… Nereden baksak harika olay. Sonra bölünmüş başkentimde dönemi tamamlayıp -öncesine nazaran bir tık daha tatmin edici sonuçlarla- yazın uçarak İstanbul’uma kavuştum. Bölünmüş başkentli sürgün ülkemde başlayan bölünmüşlük iki kıtada toprağı olan başkentler başkentinde tamamlanıyor. Ah üniversite eğitim hayatım gibi olur mu dersin? Kim bilir… Kadıköy’de Şehir Hatları çantamla harika vapurları selamlayıp logoya övgüler dizerken ütüye benzeyen Göksu ve türevlerini jilet yapma hayalleri kurarak yazımı yazıyordum. Oturduğum kafe kapanınca Tıbbiye-i Şahane binasını seyrederken deniz kokusunu içime çekerek Beşiktaş’ta bu yazıyı sonlandırmaya karar vermiştim. Vapurdaki en güzel fotoğraflarımın ve anılarımın olduğu içerdeki o minik pencere dibinde tatlı bir telefon konuşmasıyla günümü güzelleştirip Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi’nde 23.15 vapurunu bekliyorum. Anne babamı arayıp güzelleşme seviyesini katlayarak günü kapatmadan önce dilerim ki Şehir Hatları’nın yakışıklı vapurlarından birinde eğitim hayatımın ve hayallerimin yarım kalmışlıklarının telafisi olarak gördüğüm binayı selamlarım. Bu arada okuduğum kitap da askeri tıp tarihine dair bir kitap. Neyse bu yazımız bölünmüşlere dair. Şarkımız da Kadıköy’de keşfettiğim Kıbrıs’ımın şu anki durumuna ve yazıma yakışacak bir şarkı. Umut Albayrak başta olmak bir sürü farklı seslendirmelerin hepsi çok güzel ama başa eklediğim versiyonundaki özellikle acıklı keman ve kırık Türkçe yazıma ve hislerime en iyi şekilde tercüman olur diye düşünüyorum. Son olarak başlığıma rehberlik eden Zamana Adanmış Sözlerden en beğendiğim kısmı da ekleyeyim. Çirkin bir ses
belirmesin beyninizde bunu okurken. Başkentler başkenti deyince aklıma İstanbul gelmişti. Kıbrıs’a zaten başından beri sürgün ülkem derim. Bugün okuduğum bir yazıda bu şiirde İstanbul’dan bahsedildiği yazıyordu. Naat olsun yahut İstanbul’a yazılmış bir sesleniş, ne çıkar? Benim yarım kalmış hayallerimle bugünümü kucaklıyor nasılsa. Sezai Karakoç’un hislerime bu kadar derinden tercüman oluşu üç oldu. En doğru zaman gelecek. Belki de yenilgi yenilgi büyüyen zaferin ardından başkentler başkentimde bulurum sırların sırrına ereceğim anahtarı. Gerçi hayat bir sonuç değil süreç biliyorum ama benimkisi de umut işte. Umut kesmem, merhamet adlı o çınara sığınırım.
“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder